Cekilise katilan bir annenin cagrisina kulak vermek istedim yine… Sabir ve guc: en gucsuz ve en sabirsiz olanlarimiz bile hamile kaldiktan sonra bu iki kelimenin anlamini daha iyi anlar bence..
Doktor “hamilesiniz, bir cocugunuz olacak” cumlesini kurdugu anda -istemese de- ogrenir insan ‘sabir’in ne demek oldugunu, cunku yavrusunu kucagina almak icin tam 40 hafta beklemelidir. Boylece haftalar hatta gunler sayilmaya baslanir. Isteyerek hamile kalan her hamile bayan bilir hamileliginin kacinci haftada oldugunu ve haftayi ne zaman dolduracagini. Hatta kitaplara ya da internete girebiliyorsa, bebeginin hangi organinin ne zaman olustugunu takip eder, gozlerinin ne zaman acilacagini, su an erik kadar mi, muz kadar mi, karpuz kadar mi oldugunu soyleyebilir size… Veee sabirla bekler bebegini kucagina alacagi gunu..
Sonra bir baska hazirlayici etken de uykusuzluktur. Hamile bayan oyle kolay kolay derin uykulara dalamaz. Sagina donse rahat edemez, soluna donse bacaklari agrir. Doktorlar “sol tarafa dogru yatmak daha iyidir – hem karacigere baski yapmaz, hem de dolasimi artirir” der, ama nedense sag taraf daha rahattir hep..Ama oyle ya da boyle sirt agrisi, bacak agrisi, kramplar derken boluk porcuk bir uyku uyur hamile kadin – iste dongu bir sekilde onu bebegin ritmine ve uykusuz gecelere simdiden hazirlar…
Aslinda hamilelikte, ozel fiziksel kampa girmis gibidir kadin ve kamp suresinin sonunda bebegini kucagina aldiginda, o da daha guclu ve sabirli bir kadin olarak yeniden dogar hayata!!! O bile bilmez bu kadar gucu ve sabri icinde barindirdigini…
Sonra gunde 10 kere gogusleri aciya aciya emzirir yavrusunu, geceleri once yavrusuna bakmaktan uyuyamaz (cunku hayatinda gordugu en tatli varliktir o), sonra da bebek sut istedigi icin ya da gazi oldugu icin uyuyamaz. “Uykusuz kalirim ben, yeter ki o saglikli olsun” der icinden ama aslinda vucudu ilk defa kendisini yenilemekte bu kadar zorlanir, ne de olsa dinlenmeye oyle pek de zamani kalmamistir. Yine de bebeginin bir gulusu, bir bakisi yeter ona..
Fiziksel tarafi bir yana, annelik coklu dusunmeyi de ogretir insana. Cocuk buyudukce ve giyecekleri ona her iki ayda bir kuculdukce, yiyecek menusu degistikce, oynayacagi oyuncaklar cesitlendikce, ogrenebilecegi kavramlar cogaldikca cogunlukla anne alir sorumlulugu.. Artik kendi icin harcadigi zaman ve enerji ikinci plana atilir bir sekilde ve annelerin dusuncelerinde soyle cumleler belirmeye baslar:
- Pantalonlari azaldi 1-2 tane almali.
- Mevsim degisikliklerinde uzun kollu ince bluzlar iyi oluyor, uzerine hirkayla giydiririm.
- Saclarini taramak zorlasti, acaba farkli tarak mi kullansam, farkli sampuan mi?
- Bu markanin uzun coraplarini bir kere giyiyor sonra tiftikleniyor, baska marka denemeli.
- Bu siralar hep ayni seyleri yedi, biraz cesitlendirmeli.
- Bu oyuncaklari pek oynamiyor, kaldirip sonra tekrar mi cikarsam?
- Bilmem kimin cocugu su oyuncakla cok oynuyor, benimkine de ondan mi alsam?
- Artik renkleri bilmesi gerekmiyor mu? Acaba daha fazla mi ilgilensem?
- Simdiye kadar konusmasi gerekmiyor muydu? Birseyleri eksik mi yaptim?
- Yuruyor ama bacaklari ayrik acaba normal mi?
- Ortopedik ayakkabilar var diyorlar onlardan mi alsam?
- Coraplari da azaldi, cabuk eskiyor coraplar..
Bunun gibi yuzlerce soru ve dusunce gecer annenin beyninden ve cocuklarin sayisi arttikca dusunceler katlanarak gider. Bu yaziyi okuyan erkekler olursa, “abartiyorsunuz o kadar da degil” diyebilir ama gercegi bayanlar bilir bir tek. Yanlis anlamayin, bazi babalar gercekten cok ilgili, cok sukur bizim babamiz da oyledir: Her gece hikaye okur yatmadan buyuk kelebegime, birlikte tren yaparlar, lego oynarlar, okula goturur, getirir, gidiklar, guldurur. Ama iste, erkek olmanin verdigi bir rahatlik vardir yine de uzerinde esimin ve sanirim butun erkeklerde var bu. Bizim gibi derin dusunmezler. Bu durum bir suc degil ama bizim icin ekstra bir sorumluluk getirir ve ekstra sorumluluk ekstra guc ister anneden..
Oyle ki, sanki icimizde barindirdigimiz, bizim bile varligindan haberdar olmadigimiz guc, ihtiyacimiz oldukca disari cikiverir hucrelerimizden. Paranin azliginda, yemek azliginda, zaman azliginda, baskalarindan beklenen ama gelmeyen yardimin/ilginin azliginda bir sekilde kadin bulur icerisindeki gucu ve sabri. Kendisine “anne” diye seslenen bir varlik oldugu surece kolay kolay umudunu yitirmez kadin. Ve umudunu yitirmeyen kadin, bir sekilde toparlanir, kalkar ayaga, silkelenir ve yapacaklarina bakar. Ne yapar eder, tamamlar kadin eksikleri cocuguna hissettirmeden, hatta bazen esine, dostuna, akrabalarina bile hissettirmez…Yeter ki cocuklari gulsun, yeter ki onlar iyi bir evlat, iyi bir insan olarak yetissin, yeter ki onlarin gozu disarida kalmasin, yeter ki yeteneklerini bulup, kendilerini gelistirebilsin, yeter ki gelecege umutla bakabilsin…
Cocuklarinin eksiklerini tamamlarken, onlara hayati ve yasamayi ogretirken, onlara iyi bir insan olmayi gosterirken, yasam koclugu yaparken kadin belki biraz kendine bakmayi unutur. Iste belki o zaman ihtiyac duyar iyi bir dostun ya da akrabanin motive etmesine. Cunku azalan saclar, uykusuz geceler, zaman olmayan ust bas alisverisi derken, aynadaki goruntusunun farkina varmayabilir kadin. Iste o anda degerse gercek bir dostun eli omzuna, kendine bakacak gucu de bulur kadin. Susunu takinmayi, makyajini yapmayi, renkli elbisesini giyinip salinmayi da bilir ama dostun eli ve esin guzel sozleri gereklidir biraz – yoksa hem guc hem sabir vardir kadinda…
Derler ya yasi arttikca kadin, yillanan sarap gibi guzellesir diye. Dogrudur aslinda bu, cunku kadin yasi arttikca anlar, Allah saglik versin, altindan kalkamayacagi bir durum olamayacagini, biraz sabir ve icindeki gucle..
Sizlere de bugun saglik diliyorum Allah’tan sadece, cunku biliyorum istediginiz mutluluk icin gerekli guc ve sabir icinizde sakli 😉
Kocaman sevgiler…